Cimcirik & Ben

Mucize ikizler, Nehir ve Irmak

Kasım ayı biliyorsunuz, prematüre farkındalık ayı. Henüz Kasım olmadı ama yazıyı bekletmek istemedim. Bu kez anlatma sırası 26 + 4 haftalıkken doğum yapan, “mucize ikizlerim” dediği Nehir ve Irmak’ın  annesi Eda’da..

Dilimin döndüğü gönlümün müsaade ettiği kadarıyla bizi anlatmak istiyorum sizlere.

Bizim hikayemiz altın tepsiyle sunulmayanlardan.

Hani böyle merdivenleri ayaklarıyla değil, elleriyle tırmananlardanız biz.

26 hafta süren kısacık bir gebelik yaşadım.

26 haftaya kadar her şey yolunda giderken aniden doğum yaptım.  O gün dün gibi aklımda.

Her şeyi hissettim. Tüm gün yataktan çıkmayacak kadar mutsuzdum. Elime iğne iplik aldım, yastık yapıyorum kızlarıma. Bir tanesi bitti diğerine elim varmıyor. Yapamıyorum, “aman” dedim yattım. Sezgin’i (eşim) beklemeye başladım. Mutsuzum, huzursuzum, kızlarımın hareketlerini takip ediyorum. Sürekli kasılmalarım oluyor ama bana çocuk hareketi dedikleri için bunu çocuk hareketi sanıyorum. Sezgin geldi. Ağlıyorum. “Niye ağlıyorsun?” diyor, “bilmiyorum içimden ağlamak geliyor” diyorum. Neden ağlıyorum? Meğer ne büyük acılar yaşayacakmışım o günden sonra ben. Ondan ağlıyormuşum.

Neyse “erken yatalım mı” dedim “bugün bir an önce bitsin istiyorum.” Tamam dedi uyudu. Ben uyuyamadım. Elimde telefon sürekli Google’da arıyorum.

Kasılmalar nedir?

Neden olur?

Kaç dakikada bir gelirse normal ya da anormal?

Sonuç hep aynı; erken doğum, erken doğum, erken doğum. Ama neden ben idrak edemiyorum, neden “hadi kalk hastaneye gidelim” diyemiyorum. Çünkü bir şey engelliyor. Çocuk hareketidir rahatlığı da var tabi. Bıraktım telefonu, elimi karnıma koydum, dua ettim. “Gelmeyin daha hazır değiliz” dedim, “daha yastığın bitmedi Irmak, gelme” dedim. Gözümü kapadım. Yatak göl oldu anında. Suyum patladı, evet. Sezgin’e bağırdım. Çığlık attım. Aptallaşmıştık resmen. Sancım yoktu ama ne yapacağımızı bilmiyorduk. Çıktık evden doktoru aradık, korktu! Kabul etmedi bizi, devlet hastanesine gönderdi! Orası da “boş kuvöz yok, doğsalar da yaşatamayız” dedi, kabul etmedi!

Donduk dolaştık, 1 saat geçti, karnim küçücük kaldı, ama hareketlerini hissediyordum. Gittik yine doktorumuzun yanına. Yattım hastaneye. Serumla, ilaçla tutarlar belki diyordum kendi kendime. Hastaneye yattıktan dört saat sonra sancım ve açılmam başladı. Eşimle göz göze geldim. Kızarmış gözleriyle “olsun yasayacak kızlarımız” dedi. Ben de inandım. Niye yaşamasınlar, “bir sürü prematüre var yasayan” dedim.

Doktor gelene kadar her şey hayallerimdeki gibiydi.

Doktor geldi ve başladı konuşmaya…

“Yaşamazlar, sakat doğarlar, yaşasalar da zihinsel engelli olurlar. İmkansız. Boşuna bıçak altına yatma, yaşın genç. Ne yapalım Eda, söyle?

“Ben sadece çocuklarım yaşasın istiyorum” dedim ağlaya ağlaya.

Sezaryene alındım. Ezan sesi duydum kulağımda. Dua ettim yumdum gözlerimi.

Eşimin “hadi kalk çocuklarımızı görmeye gidiyoruz” sesi ile uyandım narkozdan. Doktora zar zor konuşarak “kaç kilolar” dedim.

Yaşıyorlar mı diye sormadım çünkü yaşayacaklarına yürekten inandım. Ya da hissettim diyelim.

Çocuklarımızı görmeye, yoğun bakıma inmek için zar zor kalktım.

İlk kez tanıştım 5 ay aşındırdığım o kapıyla…

İçeri girdik ilk kuvözde Irmak’ı gördüm. Hiç korkutmadı beni minikliği. Sanki sadece zayıftı, başka bir eksiği yoktu. Sonra Nehir’i gördüm. Yıkıldım, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Simsiyahtı bedeni. Bebek gibi değildi. Çok korktum. O gün sandım ki Nehir daha çok savaşacak, Irmak daha kolay iyileşecek. Öyle olmadı.

İkinci gün taburcu olacağım… Erken doğumun en acı anı bu işte. Karnın boş, kucağın boş eve dönmek…

Doktorla son kez görüşmeye indik. Irmak kotu dedi. Birkaç ciğer filmi gösterdi. “Tüp takacağız ciğerlere, ciğerleri şişiyor” dedi. “Peki tüp işe yaramazsa ne olacak” dedim. Kaybediyoruz Irmak’ı dedi. İşte bu yediğim ilk tokattı hayattan. O an anladım ki ben erken doğum yaptım ve çocuklarım ölümle savaşıyor.

Eve döndüm ağlaya ağlaya. Bomboş beşiklerle kaldım baş başa…  Herkes benden bir açıklama bekliyor, kimse anlamıyor, bilmiyor erken doğum ne demek? Babam soruyor “Ne olacak? Çocuklar niye gelmedi?” Annem arkasını döne döne ağlıyor. Ne olacak simdi?

Kulaktan dolma bildiklerimle cevap veriyorum 3 ay tedavi görecekler, 40 haftayı tamamlayıp iyileşip eve gelecekler diyorum. Yoğun bakım sürecimiz böyle başladı… Her gün 15 dakika görebilmek için kosa koşa gittik, ağlaya ağlaya döndük. Kendimizi hep “iyi olsunlar da bizden ayrı büyüsünler” diye avuttuk. Onlardan iyi haber geldiğinde her şey daha kolaydı da ya o kötü haberler… Uykudan sıçratan sebepsiz iç sıkıntıları. Peki ya sabah alınan kötü haber? Irmak kötü, Irmak kötü, Irmak kötü,… Beş ay boyunca ölümün eşiğinden döndü Irmak defalarca. Kaç kere gittiğimde umutsuz bakışlarla hemşireler içeri aldı bizi. Kaç kere içeride koşturmalar olduğunda o kapıdan bütün aileleri alıp bizi beklettiler…

Çok zordu… Bir evladın iyileşirken, diğerinin her gun farklı kotu haberler vermesi çok ağırdı. Her duama Irmak diye başlamama sebepti bu yaşananlar. 100 günü öyle böyle geçirmiştim. Kendimi 3 aya öyle alıştırmışım ki, üç 3 ay geçtiğinde gücüm tükenmeye, hayat zindan olmaya başlamıştı…

Doktora her gün yalvarıyordum “bari Nehir’i taburcu edin, bir yanım rahatlasın” diye… “Az daha sabret, iyi değiller” diyordu. Herkes bana “bu şekilde bakamazsın” diyordu. 99’uncu gün kucağıma vermişlerdi ikisini de. Anne olduğumu, Irmak’ın kazanacağını ilk o zaman hissetmiştim. Onun da bizi bırakmayacağını, pes etmeyeceğini, ilk o zaman hissetmiştim.

123’üncü gün Nehir taburcu oldu. Her mutluluğu bir yanım buruk yasadım. İkiz anneliği hep böyleymiş ya, sonradan anladım. “Nehir’i eve götürdüm, Irmak kaldı” diye kahrettim kendimi.

Irmak eve gelene kadar Nehir’e her dokunduğumda vicdan azabı çektim. Neyse ki çok sürmedi. 150’nci gün Irmak’a kavuştuk. İki kilo gelmişlerdi eve. Hiç bitmeyecek sandığım şey bitmişti. Kavuşmuştuk. İnanamıyordum. İkisi de yanımızda uyuyordu. Deli gibi nefeslerini dinliyorduk. Bir gece 6 saat uyumuşuz panik ataktan ölüyorum sandım. Herkesi aradım gecenin ikisinde,  “Çocuklar 6 saat uyumuş. Ya bir şey olduysa… Ben ne biçim anneyim, nasıl duymam alarmı, besleyemedim. Ya bir şey olursa” diye yedim bitirdim kendimi.

Onlar eve geldikten sonra yaşayamadığım ne varsa unuttum. Lohusalıkmış, süslü pijamalarmış, taçlar, hastane çıkış setleri, fotoğraf çekimleri, emzirmek…. Ne varsa eksik kalan onların korkusu unutturdu bana.

Dedim ya hani altın tepsiyle sunulmadı hayat bize diye. Zor kazanırsan çaban daha yüksek oluyor. Ben çocuklarım 770 gr doğdu, sakat olacaklar diye bir an olsun düşünmedim. Nefes alsın yeter, ben onlara ömrümü adarım dedim. Bir gün olsun öflemedim. Hani normal anneler gibi gazıydı, nazıydı, derdim olamadı benim. Gaz için ağladıklarında bile sevindim yaşıyor ve bebek tepkileri veriyor diye.

Evet 26’ncı haftada dünyaya geldiler, evet tam 3 ay eksik doğdular. Ama hiçbir şeyleri eksik kalmadı. Onlar bana, bize, herkese mucizeyi gösterdi.

26 haftalık doğup normal bir çocuk olabileceğimizi birçok insana ispatladık. Bize eksik sakat gözüyle baktılar. Yüreğim yana yana sabrettim. Her gören çirkin dedi ağlaya ağlaya sabrettim. Ay ne kadar zayıflar dediler utanmadan! Sabrettim. Bakamıyorsun dediler sabrettim. Tek bir şey için uğraştım mutlu büyüsünler! Toplumda ayrıştırılmasınlar istedim. Çünkü dedim ya “prematüre bebek, eksik bebek” diyen bir çevre var. Prematüre dediğimde sok olmuş halde bir sürü soru sıralayanlar, zayıf diye hastalıklı sananlar, geç yürüdü diye engelli sananlar…

Şu an tam 29 aylık benim mucizelerim. İkisi de yürüyor, konuşuyor. Bu savaşı kazandılar. Teker teker o zor surecin izlerini siliyorlar. Bir öpüş, bir gülüşleriyle her şeyi unutturuyorlar.

Daha önemlisi bana kendimi affettiriyorlar. Bana yaşamayı sevdiriyorlar.

Mucizeye inandırıyorlar. Her gün yeniden doğuyorum onlarla. İmkansızları unutturuyorlar. Allah ol dedi ve oldu. Kabul olmuş bir duayı yaşıyorum. Her gün mucizeye uyanıyorum. Her gün başkaları için umut dağıtıyorum. Hayatı iki çocuğun gözünden yaşıyorum.

Yaşayamadığım çocukluğumu yaşıyorum. Anne olmanın ne demek olduğunu iliklerime kadar hissediyorum. Bu dünyada Rabbim bana daha güzel ne yaşatır bilmiyorum ama bana bahsettiği bu mucize için her gun şükrediyorum.

Mucizeler ansızın gelir dediler bana. Ansızın geldi mucizelerim bana ve ben anne oldum. Prematüre annesi oldum. Nehir ile Irmak’ın annesi oldum. Ve ben anne olmayı çok sevdim.

Sabır, dua, şükür ile kalın…

Sevgilerle

Eda, @mucizeikizlerr

1 Yorum
  1. Sule 6 sene ago
    Reply

    Benim de dünyam başıma yıkıldığında 3 günlüktü Minam…hepimiz zor sonatlar veriyoruz Allah yardımcımız olsun…

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamı

post-image
Biz

Çok içimden geldi…

Yıl 1999, 21 yaşındayım. Sabah Gazetesi’nin Bayan Sabah ekinde köşe yazıyorum. Sunulan fırsata bakar mısınız? (Gerçi herkese sunulmuyordu, kendimi de ezmeyeyim şimdi burada…) Aylarca...
devamı