Öncelikle Zingo, Uno ve Pişti devam. Hatta bir de 3 kişi dost kazığı oynuyoruz. Kızma Birader’i de yazmışım. Ancak onu değiştirdik. Normalde tek zarla oynanıyor. Arkın, iki zarla oynatıyor. Çünkü o zaman çaktırmadan toplama yapıyor. 4-3 attıysa, 7 ilerliyor. Bazen bir piyonu 4 diğerini 3 ilerletiyor. Bir kural daha değştirmiş Arkın. Çift atarsa, bir daha atıyor. Bunu da sanırım oyun çabuk bitsin diye yapmış. 🙂
Uno’yu en basit haliyle oynatıyorduk. Şimdi diğer kuralları da ekledik. Araya kart sokma (Biri mesela mavi 5 attıysa ve onun elinde varsa, sıra onda olmasa bile hemen üstüne atmak) gibi. Ayrıca elinde iki adet aynı karttan varsa, iki kırmızı 3 gibi, ikisini aynı anda atıyor. Ve artık kesinlikle öncelik tanımıyoruz. Bizi çatır çatır yeniyor. Biz yendiğimizde de bozulmuyor.
Kız tavlasını da öğrettik. Arada canı sıkılınca oynuyoruz.
Ne yalan söyleyeyim, eskisi kadar etkinlik yapmıyoruz artık. Yetenek fakirliğimden dolayı ortaya çıkanlardan sonra çocuk da mutsuz oluyor. 🙂 Okulda en güzelini yapıyorlar çünkü. Bazen kendi haline bırakıyorum. Kağıt havlu ruloları, oklava ve minik toplardan bilardo hazırlamıştı kendine, çok hoşuma gitti.
Aynısını bulmaca da devam, fakat bir farkla. Bulduktan sonra kartların İngilizcelerini söylemek koşuluyla. Okulda öğrendiklerini pekiştiriyor böylece. Hatta bazen ileri gidip İngilizce sorular soruyorum. Örneğin dün Göztepe Parkı’na gittiler baba kız. İngilizce sordum ne yaptıklarını. Cevabı aynen şuydu: “Oynamadık. Çünkü it’s windy, it’s cold and it’s autumn.” Gramer olarak yanlış olabilir, hiç önemli değil. Böyle bir cümle kurmaya kalkması bile bence harika. Ha şart mı İngilizce derseniz, bilemiyorum. Biz 12 yaşımızdan sonra öğrendik. Ancak şimdiki okullar da şimdiki nesil de farklı. Erken yaşta öğrenmesi onun adına çok iyi olacak.
Odasına astığım bir posterde 15 ülkenin bayrakları ve geleneksel kıyafetleri var. Onlara bakıyoruz. Sonra dünya haritasından o ülkenin yerini gösteriyorum. Ne kadar uzak ya da yakın olduğunu görüyor. Bu aralar Japonya’ya takmış durumda. Sanırım izlediği çizgi film Doreamon’dan kaynaklanıyor bu. Yerde yatmalarını çok seviyor. Tabii kendisi de her fırsatta yerde yattığı için şaşırmıyorum buna. 🙂
Mikado ile her zaman oynuyorduk. Geçen akşam, Facebook sayfamda da paylaştım o fotoğrafı. Hem patlamış mısır yiyip hem de Mikado oynarken, birden Mikado’larla mısır tutup yeme oyununa geçtik. Uğraştı uğraştı tuttu…
Televizyonu ise babasıyla izliyor. Kendi sevdiği kanallar haricinde, onları da burada yazmıştım babası Pembe Panter ve Charlie Chaplin izletiyor. Hatta bazı Mr. Bean videolarını da seviyor. Benim televizyonla aram iyi olmadığı için, bu konuda devre dışı kalıyorum.
Zaten 5’e kadar evde olmadığı için, geldikten sonra da yemek telaşı başladığı için oyun oynama süresi eskisi kadar değil. Ancak bence sofra hazırlamak da onun için bir oyun. Bardakları seçmek onun işi. Kim ne renk bardakta içecek, o karar veriyor.
Bazen de saatlerce puzzle yapıyoruz. Evdeki puzzle’lar çıkıyor, tek tek yapıyoruz. 100 parçalılara geçtik. Sıkılmadan yapıyor. Hep anlattığım gibi, ben ki puzzle sevmem, onun sayesinde başında oturuyorum. (Fotoğrafta aşağıda gördüğünüz MoKi puzzle, Mercedes Benz’in TEGV ile birlikte hazırladığı Mobile Kids sitesindeki eğitimi tamamlayınca hediye geldi. Detaylı bilgiyi tam da burada okuyabilirsiniz.)
Ve mümkün olduğu kadar suyla oynamasına izin veriyorum. Ya ben onu yıkadıktan sonra o kendi oyuncaklarını yıkayarak devam ediyor ya da banyoda lavaboda bebeklerini yıkıyor. Ben ne zaman gerilsem suyla oynarım, onu da rahatlattığını düşünüyorum.
Bir de hep yazdığım gibi, benim tişörtlerime takık durumda. Evde sadece onları giyiyor. Hatta geçenlerde bir gömleğimi almış, kesmiş. Çok tepki vermedim giymediğim için fakat bir daha bana sormadan yapmaması gerektiğini anlattım. Tabii dersimi de aldım. Sadece evde giyilenleri onun boy hizasında tutuyorum, diğerlerini daha yüksek raflara kaldırdım. Her ne kadar anlatmış olsam da, o bir çocuk. Bayılıyor okuldan eve gelir gelmez benim dolabıma koşmaya 🙂
İşte bu aralar bizim evdeki favori oyunlar… Belki sizin de işinize yarar.
Yıl 1999, 21 yaşındayım. Sabah Gazetesi’nin Bayan Sabah ekinde köşe yazıyorum. Sunulan fırsata bakar mısınız? (Gerçi herkese sunulmuyordu, kendimi de ezmeyeyim şimdi burada…) Aylarca...
Eğitime bakış açımı, verdiğim önemi hepinizi biliyorsunuz. Çok eskiden beri takip edenler, blogumu okuyanlar beraber büyüttük çocukları. Birbirimizin deneyimlerinden faydalandık. Şu bir gerçek ki...
Bu o kadar soruluyor ki, ben de böyle yazarak anlatmak istedim. Zaman ayırıp okursanız çok sevinirim. Benim için değil, çocuğunuz – çocuklarınız için. Yine...
Komik yazmaya alışkınım , böylesine değil… Ben yazarken gülerdim, siz okurken. Yeniden eskisi gibi olacak. Ama şimdilik içimden de başkası gelmiyor. Az önce koltukta...