Çok şey yazmak isterken hiçbir şey yazamıyorum. Yazmıyorum. Yazmak istiyorum. Aynı zamanda da istemiyorum.
Fikrimi söylediğimde çıkan tartışmalardan da sıkıldım, suya yazmaktan da. Utanıyorum da oturduğum yerden üzgünüm demeye. izleyip ağlarken de utanıyorum. Açık ve net: Utanıyorum.
Buradan farklı bir şey yazmak istiyorum.
Hani herkes ‘dönmeyin’ diyor ya. Açıkçası ben de ‘fırsat olsa da başka ülkede yaşayalım’ diyenlerdendim. Hem de çok uzun zamandır. Hani bu olaylardan çok çok önceden beri. ‘İkimiz de Almanca biliyoruz gel Almanya ya da Avusturya’ya gidelim’ de dedim, ‘İngilizce bliyoruz gel Amerika’ya gidelim’ de. Arkın istemiyor. Büyük tartışmalar çıkıyor. Öyle böyle değil. Sonra düşündüm, acaba ben gerçekten istiyor muyum? Gerçekten gitmek istesem kalmam ki! Gitmek çözüm mü? Gittiğimiz yerde iyi olacak mıyız? Güvende olacak mıyız? Doğduğun yerden ayrılmak bu kadar kolay mı? Hayır değil.
Bu olayı yaşamak her türlü kötü. Şimdi oturup ‘aman çok korkunç’ demeyeceğim. Bunu demek bana kalmadığı gibi, korkunçtan öte durum. İlk kez, ben bu kadar uzaktayken oldu. (Bunu yazmak da garip. Hani öyle çok oldu ki ‘ilk kez ben uzaktayken oldu’ diyorum. Ne kötü.) Kimi arayacağımı şaşırdım. Bir yakını o sırada havaalanında olan ve merak eden arkadaşımın yanına gidemedim, sosyal medyada oturdum tek tek herkesi kontrol ettim. Uzak olmak ne zormuş meğer. Annemin sesi bozuk çıksa merak ediyorum, Arkın telefonuna 3 çalışta cevap vermeyince de.
Lise bitince Avusturya’ta universite okumayı bu yüzden reddetmemiş miydim ben? Şimdi neden gitmek istiyorum ki? Tek nedeni var: Irmak. Eğitim sisteminden, korku içinde büyütmeye dek tek gitme isteme nedenim, kızım. Bizim gibi bir çocukluk ve gençlik yaşayamaması korkum, geleceğinin nasıl olacağını bilememem korkum, her an başımıza bir şey gelebilecek olma ihtimali korkum… Yanıbaşında olunca insan böyle düşünmeden edemiyor. Depremden kaç, terörden kaç.
Dün ilk kez memleketlerinden uzakta yaşayanların neler hissettiklerini anladım… Neresinden tutsan elinde kalıyor. Orada yaşamak zor, burada yaşamak zor, oraya dönmek zor, oradan gitmek zor. Her şekilde zor. Her an aynısını yaşayabileceğini bilmek zor. Yaşayana en zor.
15 gün sonra döndüğümüzde havaalanından koşar adımlarla çıkacağımı biliyorum. Uzun süre Irmak’ı kalabalık bir yere götürmeyeceğimi de. Sonra hayatın devam edeceğini de biliyorum. İşe gitmek zorundayız, bir yerlere gitmek zorundayız. Zorundayız işte.
Peki biz neden bu hale geldik? Ne oldu? Filmlerde dehşet içinde izlediğimiz her şeyi yaşar olduk. Her gün Doğu’da şehitler veriyoruz, büyük şehirlerde “filmlerde olcan sandığımız” şekilde insanlar hayatını kaybediyor. Ne oluyor? ‘Ölü’ sayısı açıklanıyor, yayın yasağı geliyor, sosyal medyaya ulaşamıyoruz, internet yavaşlıyor, yanlışlıkla sosyal medyada fikrini söylesen herkes biribirini yemeye başlıyor. İnterneti yavaşlatmak mı çözüm?
Kendimi minicik bir çarkın içinde sonu olmadan koşan fareler gibi hissediyorum. Git git, aynı noktadasın. Kimsenin beni – bizleri umursamadığını biliyorum. Yasaklarla ilgili de çok sözüm var. Ancak yine susma hakkımı kullanmak istiyorum. Çünkü her şeye koskocaman bir gözlükle bakanlarla, başka bir şey bilmek istemeyenlerle mücadele edecek gücü kendimde bulamıyorum şu an.
Bunlar her an hepimizin başına gelebilir. ‘Depremle yaşamayı öğrenmek de nedir’ derken terörle yaşamayı mı öğrendik biz? Yaşıyor muyuz? Toplu taşıma araçlarında birbirimizin yüzüne korku içinde bakıyor muyuz?
Ben bazen korktuğumda ne yapıyorum biliyor musunuz? Arkın’a konum atıyorum WhatsApp’tan. Bunu gerçekten yapıyorum. 20’li yaşlarımda korkusuzca sabaha karşı bile evime yürüyebilen ben, 38 yaşında, metrobüsten ya da herhangi bir mekandan sevdiklerime konum atıyorum. Kendi aracımın içimde trafikte sıkışıp kaldıysam da…İşte o kadar korkuyorum. Çocuğum adına, onu hakkıyla büyütmek isteyen kendim adına, Arkın adına, sevdiklerim adına…
En son ne zaman çocuklarımızın yanında haberleri izledik? Kısacası ben uzun zamandır izleyemiyorum. Dün de patlama olduktan bir saat sonra geldi okuldan. (7 saat fark var) Oynadık, oynattık ancak yüzümüzden belliydi. En son biz konuşurken duydular, dehşete düştüler. Irmak uyumadan önce ‘ya babam’ diye ağladı. Utandım o ağlarken… Sabah kahvaltı ederken de, günlük koşturmaya devam ederken de… Utanmaktan da korkmaktan da bıkmadık mı?
Şu birbirimizi yeme durumu da bitsin istiyorum. Sen ne paylaştın, ben ne yazdım, o ne dedi, bu ne dedi… Böyle yaparak hiçbir şeyi değiştiremeyeceğiz ki!
Biz ne desek boş… Ateş düştüğü yeri yakıyor. Şu anda yüzlerce insan sevdiklerine ağlıyor, kimileri hâlâ ‘teşhis etmeye’ çalışıyor. Yaralılar iyileşebilecekler mi? Yaraları iyileşse dahi, psikolojileri düzelecek mi? Var mı tüm bu yaşananların bir ilacı?
Ben ne yapıyorum şimdi? Ülkemden binlerce kilometre uzakta oturmuş, hiçbir şey yapamıyorum. Döndüğüm zaman aynı şarkta kolmaya başlayacağımı, ne kadar değersiz olacağımı biliyorum.
Tüm bunlar beni yiyip bitiriyor. Herkesi yiyip bitirdiği gibi… Korkuyorum. Korkudan çok, utanıyorum…
söylediğiniz her kelimeye hatta vurgulara ünlemlere hepsinee o kadar çok katılıyorum ki aynı şeyleri düşünüp aynı şekilde korkuyorum utanıyorum ki yanımda olsanız size sarılıp ağlardım ama sonra”haydi kalkıp yaşayalım biz değersiz değiliz” demek isterdim. günlerdeir ablamla birbirimizi bu şekilde telkin edip motive etmeye çalışıyoruz ama biliyorum ki o uzakta(ingilterede) ve benden çok korkuyor.eli ermediği gözü görmediği için sürekli beni kontrol ediyor ama neşelendirmeye de çalışıyor. çok zor günlerdeyiz umarım çıkıcaz o çarktan ama çocuklarımızı da bu çarka teslim etmemeliyiz olur da açıkamazsak diye alternatifimiz çocuklarımızın alternatifi en azından. sevgiler ırmağın gözlerinde öperim
Hepimiz aynı duyguları yaşıyoruz. Aklımız, vicdanımız kabul etmiyor bunları. Sorumlular zaafiyet yok deyip, çıkıyor işin içinden. Peki kim verecek bunların hesabını? Kimin gücü bu yaraları sarmaya, ölümleri unutturmaya yeter?
Offf! Bu memlekette anne-baba olmak, insan olmak ne zor!
Altına imzamı atarım, içimi okumuşsunuz