Biz, evde kırılan – dökülene ses etmeyiz. Sonuçta kimse bilerek bir şey dökmüyor, kırmıyor. Irmak ilk başlarda su döktüğünde ya da bir şey olduğunda hemen dudak büküyordu. “Herkes hata yapar” diye anlatıyordum. Zaten baktı ki evde sakar bir annesi var. Dört bardağı ayna anda kırdığıma da şahit olunca rahatladı mesela. 🙂 Artık daha sakin. Üzülmüyor, kendini suçlamıyor.
Her gece uyumadan önce koca bir bardak su içiyor. Kütüphanesine koyuyoruz. Hatta bittiği zaman dolduruyoruz gece de susarsa içsin diye. Dün bizim odada uyuyacaktık. Pazar günü çok zaman geçiremediğimiz için beraber uyuyalım istedim. (E zaten gece 1.5 gibi geliyor, bu kez baştan birlikte uyuduk.) Bardağını bizim odadaki rafa koyması gerekiyordu. Tam Arkın “Dikkat et, bak burada boşluk var, iyi oturt” dedi, beş saniye sonra bardak koyduğu yerden aşağı devrildi. Islandı gazeteler, kitaplar… Kırılan dökülene ses etmeyen biz sanki anlaşmış gibi “Ama Irmak” dedik. Bunun nedeni dökülmesi değil, o saniyede söylemiş olmamızdı. Dinlememişti işte.
Tabii sonra sen bir söylen, vay efendim her insan hata yaparmış, yok biz bilgisayar mıymışız, alt tarafı dökülen suymuş… Benim cümlelerimi aynen bize sattı mı? Oturduk anlattık. “Canım, dökülmesi sorun değil. Ama sana söyledikten beş saniye sonra oldu.” türevi cümlelerle açıkladık da o başka kısmına takıldı.
Bazen oluyor böyle. “Tencere sıcak aman dikkat et” dedikten sonra tencereye dokunması, “dur atlama düşeceksin” dedikten üç saniye sonra onu havada görmem… Bana “Sen Irmak mısın ki karar veriyorsun” diyor. Kitlenip kalıyorum. Okula giderken kısa kollu tişört seçmesi, yemek konusu… “Sen Irmak mısın?” cümlesini hoop yapıştırıyor.
Ne yalan söyleyeyim. İçten içe hoşuma gidiyor bu durum. Ben de aynıydım. Ben de burnumun dikine giderdim. Bir yanlışı yapmadan hata olduğunu anlamazdım. İşte şimdi küçüklüğüm ve büyümüş halim aynı evde takılıyoruz. Tam bir şey söyleyecekken yutuyorum cümlelerimi.
Bir yandan kendi kararlarını versin, istediklerini yapsın diye uğraşırken bir yandan da içimdeki diğer kadın devreye girip müdahale etme isteği duyuyor. 10 seferinde tutuyorsam kendimi, 11’de tutamıyorum işte. Annemi arıyorum hemen, “sen bana ne derdin, nasıl davranırdın” diye. Aynısını yapmak istiyorum çünkü. Uykum gelmeden asla yataa gitmezmişim (uyku saati olsa dahi), aç kalır sevmediğim yemeğe dokunmazmışım, istediğim kıyafeti giyemezsem kapılara iskemlelere yapışır, evden çıkmazmışım. Hatta bir mağazada bana bir şey alınacaksa beğendiğimi almıyorlarsa eteğimi, tişörtümü, üzerimde ne varsa kafama geçirir beklermişim. Abimin sünnetinde giydiğim elbiseye şu anda bakamıyorum bile. Telli, tütülü, en korkuncundan pembe bir elbise ve kırmızı ayakkabılar… Annem saçımı topladıkça ben açarmışım. Abimle kavga ettiğimiz zaman “bir daha yapmayacağım” demezmişim. E nasıl olsa yapacağımı biliyorum, dürüstmüşüm işte. 🙂 O zamanın “inatçı”, şimdinin “kararlı” çocuklarındanmışım. E işte armut da dibine düşüyor. Gerçi şimdi tüm çocuklar böyle. Onlara sunduklarımız sayesinde, bizden daha kararlı daha kendilerinin farkındalar.
“Sen Irmak mısın”a, “Hayır ben Irmak değilim fakat senin annenim ve sana doğruları göstermek benim görevim” diyorum. Bu diyalog günde en az bir kez yaşanıyor. En fazlasını sayamadım. 🙂
Bu da yine bir itiraf yazsı oldu işte…
Sizde de var mı böyle durumlar? Olduğu zaman nasıl aşıyorsunuz? Neler yapıyorsunuz?
Fotoğraf yine eskilerden. Çok severim bu fotoğrafımızı…