Eskiden, bir şeye üzüldüğümde alıp başımı giderdim evden.
Bekarken de, evliyken de, Irmak bebekken de… Hatta çalıştığım dönemlerde, “şu an biraz çıkmam lazım” der, bir saat dolanır gelirdim. Irmak bebekken de koyardım onu bebek arabasına, yürürdüm de yürürdüm.
Artık öyle değil. Annemi yadırgardım, şimdi aynısını yapıyorum. Annem üzüldüğü zaman girerdi mutfağa, çeşit eşit yemek yapardı. Tatlısına kadar… Yok ben mutfağa girmiyorum, girsem de sonuç annem gibi olmuyor fakat eve sarıyorum. Eşyaların yerini değiştiriyorum, hemen katalog açıp “duvarlar ne renk olsa” diye düşünüyorum (Yok boyatmıyorum tabii ki ama bakmak iyi geliyor. Her seferinde boyatmaya ne bütçe dayanır ne bünye!), hemen bir eşya ayıklama moduna geçiyorum. Veriyorum, veriyorum, veriyorum…
Irmak evdeyse beraber yapıyoruz. Şekil değişince rahatlıyorum. Sonra da bir güzel süpürüyorum sanki her şey geçip gidecek gibi. Garip… Dışarı çıkmak aklımın ucundan geçmiyor. Çünkü moralim bozukken kalabalığa karışasım, sohbet edesim gelmiyor. Telefonları bile açasım gelmiyor zaten… Bu da bir yaşlanma belirtisi mi yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama iyi geliyor.
İşte böyle zamanlarda ufacık evde dört dönüyorum. Az önce de gittim Irmak’ın odasının şeklini değiştirdim. Bizim yemek masası gitti yine diğer tarafa. Ev küçük, çok oynayamıyorum. Eski evde olsak neler yapardım, hayal bile edemiyorum. Evin şeklini değiştirdim, banyoya gittim, oradan da ayıkladım kremleri, ıvır zıvırı… Ortalığı topladım, süpürdüm de süpürdüm… Sonra da oturdum işin başına…
Sanki bütün korkuları, endişeleri süpürür gibi.
Sanki ben süpürdüğümde bir daha kötü şeyler olmayacak gibi…
Sanki ben süpürünce her şey harika olacakmış gibi…
Sanki süpürünce kötülüğe “dur” diyebilecekmiş gibi…
Sanki süpürürsem artık kimse hiçbir şekilde zarar görmeyecek gibi…