Biz Cimcirik & Ben

Uçuş Korkusunu Yenme Programı

Sık sık dile getiriyorum uçuş korkum olduğunu, sonradan geliştiğini. Arkın Güney Afrika’da balayı teklif etmişti, biz arabayla Bodrum’a gitmiştik. O derece… . 

Her şey zaten bu yazıda var,  neden olduğu. Neyse…Bana bir cesaret geldi Ocak ayında, Amerika bileti aldım. Önce Irmak’la ben gidiyoruz kayınbiraderimin yanına, sonra Arkın geliyor. Aldım da, gün yaklaştıkça panik başladı bende. O zaman  uzun zamandır takip ettiğim programa katılma kararı verdim. Türk Hava Yolları’nın Uçuş Korkusu’nu Yenme Programı. 

İçimde kaldı, ilk günkü eğitimin ardından ertesi günkü gerçek uçuşa katılamadım işim nedeniyle fakat bu o kadar etkili oldu ki. Benim gibi kontrol tutkunu birinin B planlarını öğrenmesi, soruların cevap bulması süper bir şey. 12 kişiydik ekipte. Eski Cimbomlu futbolcu Arif Erdem de ekipteydi. Zaten ekipteki herkes öyle ya da böyle uçağa biniyordu. Amacımız rahat binmekti.

Ya motorlar durursa? Ya yakıt biterse?

Önce, kapan pilot Çağatay Gürpınar geldi bizimle konuşmak için. Eskiden Boeing, şimdi Airbus filosundaymış. Tek tek sorular yazmıyorum, kısa kısa özetleyeceğim.

  • Hatırlarsanız German Wings uçağı pilot hatası nedeniyle düşmüştü. Onu sorduk. Pilotlar psikolojik destek alıyor mu? Cinnet geçirir mi? “Herkesin evinde bekleyeni olduğunu bilin önce. Pilotlara, 40 yaşına kadar yılda bir, 40-55 yaşları arası altı ayda bir, daha sonra ise 3 ayda bir psikolojik değerlendirme yapılıyor.” Çok iyi gözlem yapılıyormuş. Biri, bir diğerinden şüphelendiğinde mutlaka kontrolden geçiyormuş.
  • Her gün 700 uçak kalkıyor, iniyor. Dünyada her 5 saniyede bir, bir Boeing iniyor, kalkıyormuş.
  • Denetlemeler çok sıkıymış. Hedef: “Sıfır hata.”
  • Pilotların bir aylık programı belli olduktan sonra pilotlar da kendilerine bir uyku düzeni oluşturuyorlarmış.
  • Sürekli fiziksel-psikolojik danışmanlık hizmetleri varmış.
  • Kabinde pilot asla yalnız kalmıyor. Diğeri bir nedenle kabinden çıktıysa, mutlaka kabin amiri pilotun yanına gidiyormuş. Uzun uçuşlarda 3 pilot ile yola çıkılıyor.
  • Sivil havacılık otoriteleri tarafından sürekli denetlemeler yapılıyor.
  • Benim soru: “Okyanus üzerinde motor bozulursa ne olur? Düşer miyiz?“ Cevap: “Hayır. Tüm motorlar gitse, uçak planör gibi gidip, iniş yapabilir. Bu şekilde yaklaşık 500 kilometre uçabiliyor. Ve o mesafede de mutlaka inecek bir yer var.” Peki yer yoksa? İşte o zaman da uçaklar denize iniş yapabiliyor.
  • Yakıt biterse de aynı durum söz konusu. Evet, bu da benim sorumdu. 🙂
  • “Neden pisti pas geçiyorsunuz bazen?” diye bir soru geldi. “Eğer pilotlar inişin güvenli olmadığına karar verirse pas geçiyor, yeniden iniyor. Yolcular huzursuz oluyr biliyoruz ancak sorsak, güvenlikleri için onlar da bunu tercih eder zaten.”
  • Denetimler her yerde aynı mıymış? Evet, her yerde aynı…
  • “Elektrik yüklü bulut türbülansı ve rüzgar türbülansı arasında farklar var. Elektrik yüklü bulutlara zaten uçak yaklaşmıyor. Rüzgar türbülansı ise gayet normal. Zaten göstergede görüyoruz ve mümkünse rota değiştiriyoruz. Türbülanstan korkmayın.”
  • “Hava boşluğu var mı?” Hayır yok. O aslında ani rüzgar değişimi.

Türbülans uçak düşürür mü?

Biz aslında Çağatay Bey’e daha çok psikolojik soruları sorduk. Tüm teknik soruları Teknik Eğitmen Murat Bey’e yönelttik. Teknolojik bilgileri yazmayacağım. Ancak sonuçları aktaracağım.

Murat Bey diyor ki: “Her zaman Safety Comes First. Yani ilk sırada güvenlik var.  Cep telefonları ile ilgili birçok çalışma yapıldı evet ancak hiçbir ihtimali kaçırmamak için cep telefonları kapalı tutuluyor.”

  • Uçak, motorlarla değil, kanatlarıyla uçuyor. Motor durursa uçak düşmüyor.
  • Motor öyle bir tasarlanmış ki sürekli kendi kendini soğutuyor. (Motor alev alır mı sorusu üzerine geldi bu cevap.)
  • Hava akımı kanatlardan oluyor. Yani ani rüzgar değişimi, türbülans, kanatlarda karşılanıyor önce. Pilot da buna irtifayı yükselterek ya da alçaltarak cevap veriyor.
  • Uçak suya inerse yarım saat su üstünde kalabiliyor. Her uçakta tüm yolculara yetecek kadar bot da var.
  • Kanatlar öyle bir tasarlanıyor ki, muazzam bir teknoloji. Uçak teknolojisi gün geçtikçe gelişiyor.
  • “Otomatik pilot uçağı indirebilir mi?” Evet. İndirebilir. Ancak şirket prosedürleri gereği bunu pilotlar yapıyor.
  • “Uçakta her şeyin yedeği var mı?” Evet var. Bazılarının iki tane…
  • Bu arada planör uçuşun teknik açıklaması şu şekilde. Glide Ratio deniyor buna. Kaç kilometre yukarıdaysanız, onun neredeyse 20 katı kadar planör gibi uçabiliyor.
  • “Türbülans kanat kopartır mı?” Bu benim sorumdu. O kanatlar sallandıkça kopacakmış hissi doğuyor bende nedense. Hayır, rahat olun. Kopmuyor. Videolar izledik. Uçaklarım yapım aşamalarını, kanatların geçtiği testleri. O kadar çok ihtimal dışı türbülans denemesi yapılıyor ki, o kanatlara hiçbir şey olmuyor. Kanadın maruz kalacağı maksimum yükün kaç katı uygulanıyor testlerde. Gördük, hiçbir şey olmuyor.
  • Türbülanstaki en büyük tehlike neymiş biliyor musunuz? “Elimizdeki sıcak içeceklerin elimize dökülmesi. Ya da yukarıdan açık kalan kapaktan bir çantanın üzerimize düşmesi.” O kadar… Bunu duymak beni çok rahatlattı.
  • Bir de şunu düşünün. Uçak kalktı. Yükseliyor. Sonra motor sesi azalıyor, içimizde bir boşluğa düşme duygusu oluşuyor ya… Hah işte o zaman ben “eyvah motor durdu” diyorum. Hayır, durmuyor. Sadece kullandığı güç azalıyor. Biraz daha yükseldikten sonra yine aynısı oluyor. Çünkü kalkıştaki kadar çalışmasına gerek kalmıyor.
  • “İniş takımları açılmazsa ne olur?” Onların çalışma sistemlerinin de yedeği varmış. Yine de açılmazsa pilot haber veriyormuş, pist köpükle kaplanıyormuş ve uçak gövde üstü iniyormuş.
  • “Kısa mesafeden gelen bir uçak hemen yeniden kalkıyor mu?” Hayır, kalkmıyor. Denetimlerden geçiyor, tüm kontrolleri yapılıyor.
  • “Yıldırım düşerse ne olur?” Cevap: Hiçbir şey olmaz!
  • “Uçaklar neden alçakta uçmuyor?” Bu da şu şekilde açıklanıyor: Hava akımları genelde farklı mesafelerde değişiyor. Onların üstüne çıkıyor uçak.
  • “İki uçak havada çarpışır mı?” Bu dünya tarihinde sadece bir kez olmuş, çok yıl önce. Öyle sistemler varmış ki uçaklarda radarlardan birbirlerini görmelerini yanı sıra bir de ikaz sistemleri varmış.
  • “Neden mesela Amerika’ya gündüz uçarken gece dönülüyor?” Sistem şu şekildeymiş. Giderken hepsi aynı yönde, farklı irtifalarda, dönerken de öyle.

 

Korku nedir? Kaygı nedir?

Ve tüm teknik bilgileri öğrendikten sonra Uzman Psikolog Merve Yaman başladı bizimle konuşmaya. Hepimize neden korktuğumuzu sordu. Birçoğumuzun cevabı aynı: “Çünkü kontrol edemiyorum. Pilotun yanına otursam rahat uçarım, görmem lazım.” Nitekim bendeki hissiyat tam da bu.

  • Biz aslında korkmuyoruz, kaygılanıyoruz. Farklı nedenlerden oluşan kaygılarımızın bir yansıması bu… Eğer bir kez bile uçağa bindiysek buna “uçak fobisi” denmiyormuş. Fobim var demek için, hiç binmemek demek gerekirmiş.
  • Korku nedir? Bireyin bir şeyden korku duyması, ona bazen anlamsız gelmesi ve bundan korkmamalıyım demesine rağmen bu kaçınmadan kendini alıkoyamasıdır.
  • Tarih öncesi çağlardan bu yana insanların en temel ve gerekli temel duygularından biridir korku. Savaş ve kaç tepkisi göstermemize yarar ve hayatta kalmamız için belli dozda korku ve kaygı gerekir.
  • Kaygı ise beynin amigdalada (bilinçaltı), ya başıma bir şey gelirse, ya kontrolümü kaybedersem, ya sevdiklerimi göremezsem diye düşünmesidir…
  • Yani… Korku: Gerçek tehdit Kaygı: Bunu düşüncelerimizle yapıyoruz.
  • Kontrolsüz ve mükemmeliyetçi insanlar daha kaygılıdır. (İşte ben!)
  • Kaygı bozuklukları tedaviye çok hızlı cevap verir. (Bu da ben. Biliyorsunuz, gidiyorum psikoloğa. EMDR ile bunu yeniyorum.)
  • Biz aslında beynimizi değiştirebiliyoruz. Düşüncelerimize hakim olabiliriz. Mesela ben, korkuyorum dedikçe daha çok korkuyorum. Kendimi korkmaya şarlıyorum. “Oh ne güzel gidiyorum yeni yerlere görmeye” demiyor tam tersi “Bak yine bindim uçağa, off” moduna geçiyorum. Artık yapmayacağım, o ayrı…
  • Nefes yöntemleri, nefes terapisi bize kaygılarımızı yenmede çok yardımcı.
  1. Burnunuzdan dörde kadar sayarak nefes alın. Sonra ağzınızdan yine dörde kadar sayarak bu nefesi verin. Bir eliniz göğsünüzde bir eliniz karnınızda olsun. Bunu hissedin.
  2. Yine dörde kadar sayarak burnunuzdan nefes alın, ikiye kadar sayarak tutun, dörde kadar sayarak ağzınızdan verin.
  3. Ellerinizi ya da bacaklarınızı sıkın. Ardından dörde kadar sayarak burnunuzdan nefes alın, sonra ellerinizi/bacaklarınızı gevşeterek nefesi verin.
  4. Güvenli bir alan oluşturun. Örneğin çok mutlu olduğunuz bir anı gözünüzde canlandırın. Ve bu egzersizleri o anı düşünerek yapın. “Ben şu an güvenli alandayım…”
  • Serotonin, dopamin, endorfin ve melatonin. Bunlar mutluluk hormonları. Örneğin bir parça bitter çikolatayı dilimiz ve damağımız arasında eriterek serotonin yükseltiyoruz. Muz ise dopamini yükseltiyor. Melatonini, güneşten alıyoruz.

 

Sıra geldi simulatöre

Merve Hanım’ı dinledik, sorularımızı sorduk, egzersizleri yaptık. Ve ardından emekli kabin amiri, eğitmen Fazilet Hanım’la birlikte simülatöre bindik. Çok ilginç bir deneyimdi. Zaten o kadar gerçek ki uçağa biniyorum sandım. Hani kapalı alanda olmasak, uçaktayım sanacaktım. Fazilet Hanım o kadar tatlı ki, büyük keyif aldım onu dinlemekten. Simulatöre bindik. “Size şimdi dibin dibini yaşatacağız” dediler. “Peki” dedim, “Ben gerçek uçakta değilim ki, simulatörde olduğumun farkındayım, korkmam ki…” İşte hayır. Beyin bunun ayırımını yapamıyormuş. Nitekim yaşadığımız türbülanstaki yüz ifadem beynimin bunu ayırt etmediğini gösterdi bana.

Önce sakin bir uçuş gerçekleştirdik. Kalktık, güzel güzel uçtuk 15 dakika. Pencereden baktığımda gayet manzara bile gördüm. Yemek servisi bile yapıldı, o kadar gerçekti. Bu uçuş süperdi. O kadar gerçekti ki bacaklarımın ekildiğini de hissettim, yukarıda bahsettiğim motorun yavaşlama anını da… Ardından “dibin dibi” dedikleri uçuş başladı. Kötü bir havada kalktık, uçak havalanırken yıldırım çarptı, devam ettik, türbülansa girdik. Sallanıyorduk zangır zangır. Bir an “neredeyim yahu” bile dedim. Sonra ne oldu. Merve Hanım’la beraber nefes egzersizleri yapmaya başladık. Güvenli alanımıza gittik. Ve inanır mısınız bilmem ama rahatladım. O an nerede olduğumu unuttum. Bu tecrübe neyi gösterecekmiş. Bir daha uçarken türbülans yaşadığımızda beynimiz “korkmuyorum. Ben bunun daha da kötüsünü gördüm” diyecekmiş.

 

Söz veriyorum…

Herkes çok keyifliydi. Güne çok gerin yüzlerle başlamıştık, gün sonunda ise hepimiz gülüyorduk. Şöyle anlatayım. Sabah gittim, 8,30’da başlayacaktık. Trafik olur diye erken çıktığım için evden, haliyle erken vardım Florya’ya. Art arda kalkan uçakları izledim. İçim kötü oldu. Ellerim buz kesti. Program bittiğinde, 18.00 civarı, arabaya gitmeden önce yine uçakları izledim. Sabahki histen eser yoktu içimde.

Ben dahil birkaç kişi hariç, tüm programa katılanlar Pazar günü, eğitmenlerle birlikte Adana’ya uçtular. Kebap yiyip, geri döndüler. Buna katılsam şahane olacaktı. Çünkü o zaman pekişecekti her şey. Katılamadım. Aynı rogram 28-29 Mayıs’ta da var. Yine gidemiyorum, 29 Mayıs cimciriğin yıl sonu gösterisi günü. Yine de inanıyorum eskisi gibi olmayacağıma. “Aman sakinleştirici bir şey içeyim” demeyeceğime. Katılma amacım buydu ya zaten, Irmak’la yalnız olacağız ve onun yanında korkmayan, rahat bir anneye ihtiyacı var. Ah bir de filmlere ve oyunlara güveniyorum. Su gibi gidip, su gibi geleceğiz. 🙂 “Peki program etkili oldu mu” derseniz, cevabım şudur: “Hem de nasıl!”

Bir de buradan söz veriyorum. Bir daha düşen uçaklarla ilgili programları seyretmeyeceğim. Evet benim bu kaygım deprem nedeniyle ortay açıktı bir anda ancak uzun yıllar gazetenin Dış Haberler’de servisinde çalıştığım için, düşen uçaklarla ilgili haber yaptığım için de artı bu kaygı. Her uçağa bindiğimde “ben de mi manşet olacağım” diye düşünmeden edemiyordum.

Ve o gün bizimle ilgilenen herkese kocaman bir teşekkür ediyorum. Hiç utanmadan aklımızdaki en saçma soruları da sorduk, fazlasıyla yorduk herkesi. Yukarıda yazmıştım, tekrar edeyim. Program hakkında detaylı bilgiyi bu adresten öğrenebilirsiniz.  Ayrıca bir de programa katılanlar için Facebook’ta kapalı bir grup var. Orada herkesin bu eğitimden sonra dünyayı gezdiğini görünce ne kadar doğru bir adım attığımı bir kez daha fark ettim.

Uzun oldu biliyorum. Fakat söz vermiştim. Umarım size de bir faydam olmuştur. Bakarsınız hep beraber bir yere gideriz… 🙂

Devamı

post-image
Biz

Çok içimden geldi…

Yıl 1999, 21 yaşındayım. Sabah Gazetesi’nin Bayan Sabah ekinde köşe yazıyorum. Sunulan fırsata bakar mısınız? (Gerçi herkese sunulmuyordu, kendimi de ezmeyeyim şimdi burada…) Aylarca...
devamı