Evet evet, aynen öyle. Yorgunken duramıyorum. Benim biyolojik saatim farklı işliyor sanırım… Ve bu bence iyi değil.
Şöyle ki. Mesela, gece çok geç yattım diyelim. Sabah uyumak yerine, erkenden kalkıyorum. Evi topluyorum, Irmak’la ilgileniyorum, iş yapıyorum, sonraya program yapıyorum, akşamı dolduruyorum. Hafta içi ise zaten koşturma bin türlü… Duramıyorum. Evet, yorgunken “dur” düğmesine basamıyorum. Garip, hatta saçma bir enerji oluyor içimde.
Şayet, yorgun değilsem, fazla fazla uyuduysam, işte o zaman önce yataktan kalkmakta zorlanıyorum. Evi toplayamıyorum. Bir şey yapamıyorum. Fazla uykunun getirdiği ağırlık üzerime yapışıyor. Gerçekten evden bir türlü çıkamıyorum.
Misal, dün 11’e kadar arkadaşım Merve ve kızı Melina bizdeydi. Beraber oyunlar oynadık, kek yaptık, iki cimcime banyoda bebekleri yıkadılar… Onların ardından Irmak uyudu, ben de uyurum sandım fakat gece 2,5’a kadar oturdum. Kitap okudum, bütün gün kontrol edemediğim e-postalarıma göz gezdirdim. Sabah 7’de uyanmak zorunda olduğumu bile bile yaptım bunu.
Erke kalktık çünkü 6 yaş aşısı (karma) ve yaz öncesi kontrol için Irmak’ın doktorundan randevu almıştık sabah 8’de. Koşturarak gittik, çıkışta bir yerde çay-poğaça keyfinin ardından eve döndük, diyeceğim, hayır dönmedik. Rondomun kasesi kırılmıştı, servise gittim aldım, kargoya uğradım, kitabım bittiği için yeni kitap aldım, eve geldik. Ve üzerimi bile değiştirmeden hop evi süpür, bulaşık makinesini boşalt, doldur, mutfağı toparla, salonu bir düzelt, otur Baby You Haziran sayısının yazısını hazırla gönder. Saat 11 ve yapmam gerekenler tamam. Aslında bu hızla oturup bu yazıyı yazmak yerine, akşam yemeğini de aradan çıkarsaydım çok şahane olacaktı. Yazıyı tercih ettim. 🙂
Bunları marifet olsun diye yazmıyorum. Siz yapmayın size anlatıyorum. Irmak bebekken her fırsatta ona yetişmek için uyuyan ben, şimdi ne yapıyorum? 20’li yaşlardaki günlere döndüm. Gece yarsına kadar çalışır (günlük gazete – dış haberler servisi olunca saatler çok fenaydı), sonra arkadaşlarımla buluşur, gerekirse sabaha kadar oturur, bir-iki saat uyur işe giderdim. Herhangi bir madalya takıldı mı? Hayır.
“Bu ne enerji”
Az uykuyla yaşadığım günlere. Sonra ne oluyor peki? “Neden gözlerinin altı mor, neden cildin bozuldu, neden sinirlisin, neden sesin kısık, neden solmuş görünüyorsun” soruları üst üste geliyor. Bana bazen “ne güzel enerjine bayılıyorum” yazıyorsunuz ya emin olun herkesten önce ben yaşlanacağım dinlenmeye fırsat bırakmadığım için. Nasıl oldu da, bebeği uyurken dinlenen, koşturmayan, kıvrılıp yanında uyuyan kadından yine bu kadına döndüm, ben de bilemiyorum.
Yukarıda yazdım ya “madalya takıldı mı” diye. Madalya böyle koşturanlara takılmıyor. Çünkü yorgunluğun getirdiği sinir hakim olunca tahammül sınırı azalıyor. Madalya, mesela şu anda içeride uyuyan Arkın gibi dinlenenlere takılıyor daha uyumlu, daha sakin oldukları için. Yok yok, taş atmıyorum. En doğrusunu yapıyor. Ben de şimdi Irmak’a “gel yatalım” desem, uyuruz belki. Çıkamıyor ki ağzımdan o cümle. Kıskanıyorum Arkın’ı bedenine ve zihnine benden daha iyi davrandığı için.
Yaptığım doğru değil. Buraya yazıyorum ki okuyup ders çıkartayım, her fırsatta dinleneyim diye. Başarırım belki. Ki bence yaparım. İki saat dinlensem, sonra devam etsek Cumartesi’ye. Hazır “hava da açacak” diyorlarken.
Fotoğrfı da dün Merve çekti. Bayıldım. Bir de buradan teşekkür edeyim o zaman… 🙂